SANSÜRCÜ
Tam yazmaya başlıyorum içimdeki sansürcü “dur, girme oralara” diyor.
İçimizden geldiğince uluorta dökülemeyecek miyiz yani? Nedir bu mahremiyeti koruma kaygımız anlamıyorum! Ha, o mahremiyet değil korku tedirginlik filan diyorsanız tam da öyle değil. İnsan evladı olarak korktuklarımızı allem edip kallem edip ifade etmenin yollarını buluyoruz nasılsa.
Bütün dert iç tepilerimizde! İçimizdekiler tepişip durdukça huzur da örseleniyor haliyle. Bir yanın gündelik elbiselerini giy diyor, diğer yanın daha ağır daha ütülü resmi kıyafet diye tutturuyor. Hoş ütüyü bırakalı olmuştur herhalde yirmibeş yıl kadar. Oradan da tutturamam, olduğu gibi gündeliklik haliyle patır patır yazasım var.
Salt düşüncede kalarak boyut alamayan nice satırcıklar, kimi zaman upuzun dizilip dumanı tüten lokomotif gibi çuf çufluyor. Satırcıklar sığırcık sağanağı gibi pır pır uçuşmaya başlayınca da aklıma tuttuğum notlar geliveriyor. Gecenin onulmaz saatinde telâşe tutulmak tam benlik iş; gece lambasının düğmesi su bardağına sakar diyor, kalemin ucu mobilyanın derisini çizince afedersin diyor ve aklını da çizdirmeden uykuyu kovalama derdine düşüyorsun. Sayın sivrisinek izin verirse!
İlham veren güzel insanlarım var benim. Pek çoğu verdiği ilhamın farkında değil, farkına varsa belki ilham bedeli talep edebilir! Şaka tabi, ilham aldıklarım teşekkürüm ile mutlu olanlar biliyorum. İlham veren canlı cansız türlü kaynaklarımız var. Ne ki bedenen bir araz çıkmasa, bir yerlerimiz ağrıyıp sızlamasa, rahatça soluk alıp versek…
Çoğu zaman iki sözcüklü satırda tıkırdayacak gücüm olsun yeter diye iç geçirirken yakalıyorum kendimi. Nasılsa gündelik yaşamlarımızın tıkırdayıp kıkırdayarak geçeceği erdemli yaşlara geldik ya, ne gam!
Yok yok, bu defa Adaplı Meşerret’in ardına saklanmayacağım. Onun da çoktandır sesi çıkmıyor, kışlık hazırlıklara başlamış salça turşu filan yapıyormuş, “bana ilişme bir süre” diyor.
Kendim olarak böyle…
Not: Adaplı Meşerret, Aşçı Fok'un "Edremit'in anaları zeytin kokar sofraları" kitabındaki bir şahsiyettir.
İçimizden geldiğince uluorta dökülemeyecek miyiz yani? Nedir bu mahremiyeti koruma kaygımız anlamıyorum! Ha, o mahremiyet değil korku tedirginlik filan diyorsanız tam da öyle değil. İnsan evladı olarak korktuklarımızı allem edip kallem edip ifade etmenin yollarını buluyoruz nasılsa.
Bütün dert iç tepilerimizde! İçimizdekiler tepişip durdukça huzur da örseleniyor haliyle. Bir yanın gündelik elbiselerini giy diyor, diğer yanın daha ağır daha ütülü resmi kıyafet diye tutturuyor. Hoş ütüyü bırakalı olmuştur herhalde yirmibeş yıl kadar. Oradan da tutturamam, olduğu gibi gündeliklik haliyle patır patır yazasım var.
Salt düşüncede kalarak boyut alamayan nice satırcıklar, kimi zaman upuzun dizilip dumanı tüten lokomotif gibi çuf çufluyor. Satırcıklar sığırcık sağanağı gibi pır pır uçuşmaya başlayınca da aklıma tuttuğum notlar geliveriyor. Gecenin onulmaz saatinde telâşe tutulmak tam benlik iş; gece lambasının düğmesi su bardağına sakar diyor, kalemin ucu mobilyanın derisini çizince afedersin diyor ve aklını da çizdirmeden uykuyu kovalama derdine düşüyorsun. Sayın sivrisinek izin verirse!
İlham veren güzel insanlarım var benim. Pek çoğu verdiği ilhamın farkında değil, farkına varsa belki ilham bedeli talep edebilir! Şaka tabi, ilham aldıklarım teşekkürüm ile mutlu olanlar biliyorum. İlham veren canlı cansız türlü kaynaklarımız var. Ne ki bedenen bir araz çıkmasa, bir yerlerimiz ağrıyıp sızlamasa, rahatça soluk alıp versek…
Çoğu zaman iki sözcüklü satırda tıkırdayacak gücüm olsun yeter diye iç geçirirken yakalıyorum kendimi. Nasılsa gündelik yaşamlarımızın tıkırdayıp kıkırdayarak geçeceği erdemli yaşlara geldik ya, ne gam!
Yok yok, bu defa Adaplı Meşerret’in ardına saklanmayacağım. Onun da çoktandır sesi çıkmıyor, kışlık hazırlıklara başlamış salça turşu filan yapıyormuş, “bana ilişme bir süre” diyor.
Kendim olarak böyle…
Not: Adaplı Meşerret, Aşçı Fok'un "Edremit'in anaları zeytin kokar sofraları" kitabındaki bir şahsiyettir.
Aşçı Fok
Nurdan ÇAKIR TEZGİN