Yolculuğumun başlangıcından bu yana belirsizliklere açık, olası olumlu gelişmelere çok hazır bir ruh hali içindeyim. Olumsuzlukları farketmem ya da etkilenebilmem için negatif etkileşimim en alt seviyelerde, sanki biraz geçirgenleştim! Beklentilerle doğru orantılı olan güncel moralitem biraz durgunlaştı...
En baştan belirlediğimiz arzu ve istekler istatikleşince, kişi kendi oluşturduğu bir fanusun içine sıkıştırıyor varlığını. Dış etkenlerin rolü en az olduğu halde sanıyoruz ki; her şey dıştan içe doğru gelişip etkiliyor ruhlarımızı. Beni yıllardır meşgul eden bu iç dış unsurlar açıklanabilir bir kaynak bulduğunu sanırken, kendi özünde öyle bir an geliyor ki; iç aynalar dışa dönmüşler sinsice. Oldu bittiye getirilen bir ruh halinin hesabını kime sorabilirsiniz? Üstelik alan da sen, satan da sen isen. İçin sen dışın sen!
Teoride ne çok yazılmış okunmuş olursa olsun, kişisel deneyim en gerçek diye bellediğimizdir sonuçta.
Ötekinin ben dediği sen değilsen, deneyim de ona aittir. Tıpkı keşifler gibi... Keşiflerin tekrarı olmaz denir! Evet, bu söylemin neresinde durursak objektif oluruz acaba? Benim gibi doğru-yanlış, iyi-kötü kavramlarıyla arası hiç iyi olmayan biri, keşifler kişiseldir deyip ortaya çıksa, realist unsurların hedefi olmaktan engelleyemez düşünce ve algılayış biçemini. Evet, keşifler kişiseldir, hiç benzer mi birinin ki diğerine?
BENİM ''İYİ''m ÖYLE İYİ VE GÜZEL ki! Yeşil ve sert kabuklu böceğin ısırdığı ayak parmağım çok İYİ!
Bir koca tabak kızarmış dana eti getirdi, çiçeklerin koparılıp süslendiği, suyun üzerindeki küçük masaya. Aman Tanrım ! Ne KÖTÜ birşey bir et yemek!
Hedef olmak sarsmaz eğer oturmamışsa düşünceler istenen bir platforma. Tehlikelidir gezgince gezinen algılama sistematiği! Yönünü bulma aşamasında yaralı bir vahşidir o. Ne yanına sokulun, ne de bir yol gösterin. Bırakın el göz yordamıyla bulsun kendisi olanı, İyisini, kötüsünü ya da ikisinin arasında bütün olan biteni.
Bir çocuğun anasından mızmızlanıp mırıldanırcasına bir şeyler talep etmesi gibi, süregelen mırıltılarla uğulduyor kulaklarım... Beynime kazınan sözcük bile olmayan uğultular bunlar. Dharamsala'da Dalai Lama'nın ses tınıları beynimin içinde yankılanıp Mc Leod Ganj'ın tepelerinden Himalaya'lara yankılanıyor.
Göğüs bölgemde bir sıkıntı ve bu daralmanın çaresizce kabüllenişi. Ve aniden bir baş hareketi; hayır dercesine yükseklere, gökyüzüne ve taaa uzaklara. Aslında en içime en yakınıma, ''ben'' diye bellediğime.
Aptal ve salak bile olamamak artık...
Hiçbir tanıma yer verememek, insanı, insandan ayrı yargılayan düşünceye küfürler savurmak. Huzur duyulması gereken ön koşullu ortamlara yakışmayan bu ruh haliyle haince planlar kurmak uzaktaki insan varlıklara...
Tuttukları ipleri göremedim, sadece hissettim.
Yıkadıkları mabetlerin görsel devinimini saat tiktakları içinde var kılıyorlar inandıkları zamanlarla. İpler ya çok kalın, ya da görünmez! Görünmezi gördüğünü nasıl söylemeli? Salt hissediş, algılayış, ürperiş, öngörü geçerli mi realite boyutunda?
Dalga geçen batılılar bölük bölük akmışlar, çakalın bile çıkamadığı kartal yuvalarına. Oysa; diğer yüzlerinde maskeler binbir surat, her yol dönemecinde bir ince maske daha, yapışan kalın derilere tastamam. Hisler, ruhsallaşma fantazilerine zengince bir pencere, bazen de bol haşhaş, kokainin esrikliği...
Bir Nepal flütü yankılanınca gizli dehlizlerimde, daralan - genleşen bir şeyler var (o anda). Görünmeyen bir şeyler. Sanki; Tanrı gibi.
Tanrı içimde havasız kalmış salıvermeli, özgürleşsin ben gibi!
Yolculuğumun başlangıcından bu yana belirsizliklere açık, olası olumlu gelişmelere çok hazır bir ruh hali içindeyim. Olumsuzlukları farketmem ya da etkilenebilmem için negatif etkileşimim en alt seviyelerde, sanki biraz geçirgenleştim! Beklentilerle doğru orantılı olan güncel moralitem biraz durgunlaştı...
En baştan belirlediğimiz arzu ve istekler istatikleşince, kişi kendi oluşturduğu bir fanusun içine sıkıştırıyor varlığını. Dış etkenlerin rolü en az olduğu halde sanıyoruz ki; her şey dıştan içe doğru gelişip etkiliyor ruhlarımızı. Beni yıllardır meşgul eden bu iç dış unsurlar açıklanabilir bir kaynak bulduğunu sanırken, kendi özünde öyle bir an geliyor ki; iç aynalar dışa dönmüşler sinsice. Oldu bittiye getirilen bir ruh halinin hesabını kime sorabilirsiniz? Üstelik alan da sen, satan da sen isen. İçin sen dışın sen!
Teoride ne çok yazılmış okunmuş olursa olsun, kişisel deneyim en gerçek diye bellediğimizdir sonuçta.
Ötekinin ben dediği sen değilsen, deneyim de ona aittir. Tıpkı keşifler gibi... Keşiflerin tekrarı olmaz denir! Evet, bu söylemin neresinde durursak objektif oluruz acaba? Benim gibi doğru-yanlış, iyi-kötü kavramlarıyla arası hiç iyi olmayan biri, keşifler kişiseldir deyip ortaya çıksa, realist unsurların hedefi olmaktan engelleyemez düşünce ve algılayış biçemini. Evet, keşifler kişiseldir, hiç benzer mi birinin ki diğerine?
BENİM ''İYİ''m ÖYLE İYİ VE GÜZEL ki! Yeşil ve sert kabuklu böceğin ısırdığı ayak parmağım çok İYİ!
Bir koca tabak kızarmış dana eti getirdi, çiçeklerin koparılıp süslendiği, suyun üzerindeki küçük masaya. Aman Tanrım ! Ne KÖTÜ birşey bir et yemek!
Hedef olmak sarsmaz eğer oturmamışsa düşünceler istenen bir platforma. Tehlikelidir gezgince gezinen algılama sistematiği! Yönünü bulma aşamasında yaralı bir vahşidir o. Ne yanına sokulun, ne de bir yol gösterin. Bırakın el göz yordamıyla bulsun kendisi olanı, İyisini, kötüsünü ya da ikisinin arasında bütün olan biteni.
Bir çocuğun anasından mızmızlanıp mırıldanırcasına bir şeyler talep etmesi gibi, süregelen mırıltılarla uğulduyor kulaklarım... Beynime kazınan sözcük bile olmayan uğultular bunlar. Dharamsala'da Dalai Lama'nın ses tınıları beynimin içinde yankılanıp Mc Leod Ganj'ın tepelerinden Himalaya'lara yankılanıyor.
Göğüs bölgemde bir sıkıntı ve bu daralmanın çaresizce kabüllenişi. Ve aniden bir baş hareketi; hayır dercesine yükseklere, gökyüzüne ve taaa uzaklara. Aslında en içime en yakınıma, ''ben'' diye bellediğime.
Aptal ve salak bile olamamak artık...
Hiçbir tanıma yer verememek, insanı, insandan ayrı yargılayan düşünceye küfürler savurmak. Huzur duyulması gereken ön koşullu ortamlara yakışmayan bu ruh haliyle haince planlar kurmak uzaktaki insan varlıklara...
Tuttukları ipleri göremedim, sadece hissettim.
Yıkadıkları mabetlerin görsel devinimini saat tiktakları içinde var kılıyorlar inandıkları zamanlarla. İpler ya çok kalın, ya da görünmez! Görünmezi gördüğünü nasıl söylemeli? Salt hissediş, algılayış, ürperiş, öngörü geçerli mi realite boyutunda?
Dalga geçen batılılar bölük bölük akmışlar, çakalın bile çıkamadığı kartal yuvalarına. Oysa; diğer yüzlerinde maskeler binbir surat, her yol dönemecinde bir ince maske daha, yapışan kalın derilere tastamam. Hisler, ruhsallaşma fantazilerine zengince bir pencere, bazen de bol haşhaş, kokainin esrikliği...
Bir Nepal flütü yankılanınca gizli dehlizlerimde, daralan - genleşen bir şeyler var (o anda). Görünmeyen bir şeyler. Sanki; Tanrı gibi.
Tanrı içimde havasız kalmış salıvermeli, özgürleşsin ben gibi!