Yolculuğa beş kala
Eğer, uzunca bir süre yeni olana hazırlık yapmışsanız gizliden gizliye, eskinin defterini dürüveriyorsunuz der top edip tozlu raflara. Tam da Siyaz külliyatını eşelemeye soyunmuştum son zamanlarda. "Siyaz Güncesi" diye numaralamaya da başlamıştım! Başlarken bitti, nasılsa kökü bende misali ertelenen günceyi başka baharlara bırakıverdim el çabukluğuyla.
Yeni olana yelken açan bir ruhu kim tutabilir? Evet bu andan itibaren her şey yeni ve bilinmezliklere gebe. Aslında yaşamın özü olan bilinmezlik fenomenini bilinir kılmak için, çaba gerektiren bir bilinçle harmanlanıyoruz toplumlar içinde... Belirsizliklere tahammülümüz yok, aşılar olup hastalıkları önlediğimizi varsaymak istiyoruz, ilaçlarımızı düzenli kullanıp ölümü geciktirdiğimizi hayal ediyoruz! Elektronik ev ve iş yeri eşyalarımızı uzaktan kumanda ederek her şeyin kontrolümüz altında olduğunu düşünmek istiyoruz. Planlı programlı dakik zamanları yöneterek, yaşamlarımızı yönlendiriyor olmanın hazzını duyumsuyoruz.
Belirsizliklerle kimselerin işi yok. Maceracı ruhun fantazisi olmaktan öteye gitmeyen, sadece sinema filmlerine yakışan heyecanlar pek az insanın gündeminde. Bu tür insanlar da marjinal kimliği ile anılmaktalar sistemleri içinde. Eski kazaklarını bile atamayan, onları koklayıp avunan insanlara yeni bir kazağın kokusunu nasıl tarif edebilirsiniz? Üstelik henüz satın alınmamış kendisinin olmamış yeni bir kazağın! Eskiyi atıp yok etmeden yeniye yer açabilmek, fazladan enerji kaybından başka nedir?
Var olanı yok etmek çok başka bir durum, (zaten mümkün değil, sadece dönüşüme uğratabiliriz) bize hizmet etmeyen, çoğaltmayan, yenilenmemize engel teşkil eden durumlar çok başka... Eskide kalan sahip olduğumuz şeyler, her geçen gün bizi geçmişe daha sıkı tutunmamızı sağlayan kum torbalarıdır. Ağırlığını gün geçtikçe hissettiğimiz, diplerden yüzeye çıkmakta zorlandığımız anılarımız, tutsak yer çekimlerimiz.....
Sadece anlık bir sıyırışla kurtuluvereceğimizi bildiğimiz, eski pırtılarımızı sürükleyen eskiciler gibiyiz. Zor değilmiş yeniyi kucaklamak! Kucağımı dolduran eski pırtıları bırakıverince, yenileri üçer beşer doluştular...
- Heeyyy,,, durun birer birer gelin!
Nedendir bilinmez, yenilikler çoğunlukla yollar ve yolculuklarla giriverirler yaşantılarımıza. Hep vardır bu duygu bir çoğumuzda. Gidivermek uzaklaşmak bulunduğumuz yer ve konumdan... İnsan gideceği yere kendini götürür, kendimize çıktığımız bir serüven değil midir tüm yolculuklar? İçimize çıktığımız, bedeni zora koştuğumuz ruhsal gezintiler değil midir tüm mekan değişiklikleri. Mekan ve zamanı durduramayanların serüvenci ruhu, sınırlarını sınamak istediğinde kendinden başka engeli var mıdır aşması gereken?
Kendini aşmak söylemi sıradanlığını koruyadursun, her insanın özünde olan kendini kendine onaylatma dürtüsüdür iki el bir baş yollara düşüren. İstem dışı ayak oyunları tempo tutmaya görsün, ruh çoktan uçmuştur bilinmezliklere doğru.....
Yeni bir yolculuk, bolca adrenalin, kanatlanan bir ruh... Rota belli gibi ama; onca belirsizliğin içinde rotaya sadık kalmak da pek akıllıca değil gibi...
Yolculuğuma isim arıyordum günlerdir. Bütün gezginler tarihler boyu yeterince adlandırmışlar yolculuklarını, kimi İpek yolu demiş kimi Uzak Doğu seferi, kimiyse Seyahatname deyip kestirip atmış. Yolculuk günceleriyle bir dolu anı yazılmış meraklısınca okunan. Gezginin el kitabı, Bir gezginin anıları vs... Tabii teknolojiyi de yok saymayalım, yüzlerce gezi siteleri düzenlenmiş internette.
Gezilen görülen yerleri her bakış kendi açısından betimlediği için, tekrarlar olsa bile cazip yanı daima olagelmiştir anlatı şeklindeki gözlemlerin. Ben, neyi nasıl tanımlarım nasıl bir anlatımı seçerim henüz bilmiyorum. Bildiğim tek şey; içinde bulunduğum coşkulu ruh halimi yaşamım boyunca pek az yakalayabildiğim.! Coşku rüzgarımın yönünü tayin edememek bile güzel....
Evet, rotaya sadık kalamasam bile şimdilik bilinen yolumun hedefi İran, Pakistan, Hindistan ve Nepal.
Bilinmeze yolculuk.............

5 Mart 2004 - Ankara
Yolculuk:1
Yeni olana yelken açan bir ruhu kim tutabilir? Evet bu andan itibaren her şey yeni ve bilinmezliklere gebe. Aslında yaşamın özü olan bilinmezlik fenomenini bilinir kılmak için, çaba gerektiren bir bilinçle harmanlanıyoruz toplumlar içinde... Belirsizliklere tahammülümüz yok, aşılar olup hastalıkları önlediğimizi varsaymak istiyoruz, ilaçlarımızı düzenli kullanıp ölümü geciktirdiğimizi hayal ediyoruz! Elektronik ev ve iş yeri eşyalarımızı uzaktan kumanda ederek her şeyin kontrolümüz altında olduğunu düşünmek istiyoruz. Planlı programlı dakik zamanları yöneterek, yaşamlarımızı yönlendiriyor olmanın hazzını duyumsuyoruz.
Belirsizliklerle kimselerin işi yok. Maceracı ruhun fantazisi olmaktan öteye gitmeyen, sadece sinema filmlerine yakışan heyecanlar pek az insanın gündeminde. Bu tür insanlar da marjinal kimliği ile anılmaktalar sistemleri içinde. Eski kazaklarını bile atamayan, onları koklayıp avunan insanlara yeni bir kazağın kokusunu nasıl tarif edebilirsiniz? Üstelik henüz satın alınmamış kendisinin olmamış yeni bir kazağın! Eskiyi atıp yok etmeden yeniye yer açabilmek, fazladan enerji kaybından başka nedir?
Var olanı yok etmek çok başka bir durum, (zaten mümkün değil, sadece dönüşüme uğratabiliriz) bize hizmet etmeyen, çoğaltmayan, yenilenmemize engel teşkil eden durumlar çok başka... Eskide kalan sahip olduğumuz şeyler, her geçen gün bizi geçmişe daha sıkı tutunmamızı sağlayan kum torbalarıdır. Ağırlığını gün geçtikçe hissettiğimiz, diplerden yüzeye çıkmakta zorlandığımız anılarımız, tutsak yer çekimlerimiz.....
Sadece anlık bir sıyırışla kurtuluvereceğimizi bildiğimiz, eski pırtılarımızı sürükleyen eskiciler gibiyiz. Zor değilmiş yeniyi kucaklamak! Kucağımı dolduran eski pırtıları bırakıverince, yenileri üçer beşer doluştular...
- Heeyyy,,, durun birer birer gelin!
Nedendir bilinmez, yenilikler çoğunlukla yollar ve yolculuklarla giriverirler yaşantılarımıza. Hep vardır bu duygu bir çoğumuzda. Gidivermek uzaklaşmak bulunduğumuz yer ve konumdan... İnsan gideceği yere kendini götürür, kendimize çıktığımız bir serüven değil midir tüm yolculuklar? İçimize çıktığımız, bedeni zora koştuğumuz ruhsal gezintiler değil midir tüm mekan değişiklikleri. Mekan ve zamanı durduramayanların serüvenci ruhu, sınırlarını sınamak istediğinde kendinden başka engeli var mıdır aşması gereken?
Kendini aşmak söylemi sıradanlığını koruyadursun, her insanın özünde olan kendini kendine onaylatma dürtüsüdür iki el bir baş yollara düşüren. İstem dışı ayak oyunları tempo tutmaya görsün, ruh çoktan uçmuştur bilinmezliklere doğru.....
Yeni bir yolculuk, bolca adrenalin, kanatlanan bir ruh... Rota belli gibi ama; onca belirsizliğin içinde rotaya sadık kalmak da pek akıllıca değil gibi...
Yolculuğuma isim arıyordum günlerdir. Bütün gezginler tarihler boyu yeterince adlandırmışlar yolculuklarını, kimi İpek yolu demiş kimi Uzak Doğu seferi, kimiyse Seyahatname deyip kestirip atmış. Yolculuk günceleriyle bir dolu anı yazılmış meraklısınca okunan. Gezginin el kitabı, Bir gezginin anıları vs... Tabii teknolojiyi de yok saymayalım, yüzlerce gezi siteleri düzenlenmiş internette.
Gezilen görülen yerleri her bakış kendi açısından betimlediği için, tekrarlar olsa bile cazip yanı daima olagelmiştir anlatı şeklindeki gözlemlerin. Ben, neyi nasıl tanımlarım nasıl bir anlatımı seçerim henüz bilmiyorum. Bildiğim tek şey; içinde bulunduğum coşkulu ruh halimi yaşamım boyunca pek az yakalayabildiğim.! Coşku rüzgarımın yönünü tayin edememek bile güzel....
Evet, rotaya sadık kalamasam bile şimdilik bilinen yolumun hedefi İran, Pakistan, Hindistan ve Nepal.
Bilinmeze yolculuk.............

5 Mart 2004 - Ankara
Yolculuk:1
Aşçı Fok
Nurdan ÇAKIR TEZGİN
