Bu sabah senin bahçeni dolaştık Turgay’la... Fare kulakların öyle şirin olmuşlar ki dokunup sevesim geldi. Dağa bakan yamacın yine silme papatya tarlasına dönmüş, görmelisin. Yoksun ama bahçen bakımsız değil, bunu nasıl beceriyorsun anlamadım! Bahçıvanını dünyanın öte ucundan yönlendiriyor olabilir misin? İki avuç kadar temiz ve körpe ısırgan otlarından topladım şifadır, ha bir de henüz yeni boy atan nanelerinden... Bir kaç dal taze soğan ile kavuruverdim eve dönünce, pek lezzetliydi...
Sevgilin de yoktu evde! Usulca kapatıp çıktık bahçe kapını. Tam yürüyorduk ki sokağın ortasında bir bebek arabası, içinde de senin 14 aylık sevgilin! Çok şeker çok yakışıklıydı, mıncırdım çaktırmadan… Sokağındaki Yüksel Teyze yine çiçekleriyle uğraşıyordu o güzelim bahar bahçesinde, bana yeni ektiği şeftali ve Malta eriği ağaçlarını gösterdi, yine selamı var üzerime kalmasın. Kazı alanını geçince asırlık zeytin ağaçları var ya, işte oraya baharın çıldırasıya geldiğini görüp birden çocukluğuma döndüm.
Bildiğimiz üç yapraklı yoncalar evrim geçirip altı iri yaprağa dönüşmüş ve yumurta sarısı parlak çiçeklere bürünmüş. Epeyce toplayıp eve gelince derince bir kavanoza ısladım. Şimdi tam hardal ve turp otunun çiçeklenme zamanı, zeytin ağaçlarının gövdesine tutunmuş bütün hardallar. Bilirsin hardal çiçeklerine çipista der Foçalılar, uç taraflarındaki körpelerinden bir kase salata olacak kadar topladım. Hardal ve turp otunu haşlayıp ılıkken üzerine sızma zeytinyağı gezdirmenin muhteşemliğini benim gibi bir otsever hissettiremez ise... Betimlemekte beceriksiz kaldığım aşikar! Ot ile zeytinyağı arasındaki ilişki üzerine ciddi yoğunlaşmalar yaşıyorum, bu satırları yazarken bile burnuma hayal ettiğim o koku geliyor ister inan ister inanma, manyakça bir şey bu!!!
Çayırlarda otlayan hayvanların yeşilliklere karın doyurmak üzere saldırmasını anlamak mümkün, ben niye hırslanıyorum? Bunu fark ettiğimde iki adım geri duruyorum… Senin bir sözün vardır Şuşu’cuğum dersin ki; Ot yiyerek kilo verilseydi, bunca şişman ineğin kaburgaları görünürdü! Heh heh, hatırladıkça gülümsetiyorsun beni. Kal sağlıcakla…
Bu sabah senin bahçeni dolaştık Turgay’la... Fare kulakların öyle şirin olmuşlar ki dokunup sevesim geldi. Dağa bakan yamacın yine silme papatya tarlasına dönmüş, görmelisin. Yoksun ama bahçen bakımsız değil, bunu nasıl beceriyorsun anlamadım! Bahçıvanını dünyanın öte ucundan yönlendiriyor olabilir misin? İki avuç kadar temiz ve körpe ısırgan otlarından topladım şifadır, ha bir de henüz yeni boy atan nanelerinden... Bir kaç dal taze soğan ile kavuruverdim eve dönünce, pek lezzetliydi...
Sevgilin de yoktu evde! Usulca kapatıp çıktık bahçe kapını. Tam yürüyorduk ki sokağın ortasında bir bebek arabası, içinde de senin 14 aylık sevgilin! Çok şeker çok yakışıklıydı, mıncırdım çaktırmadan… Sokağındaki Yüksel Teyze yine çiçekleriyle uğraşıyordu o güzelim bahar bahçesinde, bana yeni ektiği şeftali ve Malta eriği ağaçlarını gösterdi, yine selamı var üzerime kalmasın. Kazı alanını geçince asırlık zeytin ağaçları var ya, işte oraya baharın çıldırasıya geldiğini görüp birden çocukluğuma döndüm.
Bildiğimiz üç yapraklı yoncalar evrim geçirip altı iri yaprağa dönüşmüş ve yumurta sarısı parlak çiçeklere bürünmüş. Epeyce toplayıp eve gelince derince bir kavanoza ısladım. Şimdi tam hardal ve turp otunun çiçeklenme zamanı, zeytin ağaçlarının gövdesine tutunmuş bütün hardallar. Bilirsin hardal çiçeklerine çipista der Foçalılar, uç taraflarındaki körpelerinden bir kase salata olacak kadar topladım. Hardal ve turp otunu haşlayıp ılıkken üzerine sızma zeytinyağı gezdirmenin muhteşemliğini benim gibi bir otsever hissettiremez ise... Betimlemekte beceriksiz kaldığım aşikar! Ot ile zeytinyağı arasındaki ilişki üzerine ciddi yoğunlaşmalar yaşıyorum, bu satırları yazarken bile burnuma hayal ettiğim o koku geliyor ister inan ister inanma, manyakça bir şey bu!!!
Çayırlarda otlayan hayvanların yeşilliklere karın doyurmak üzere saldırmasını anlamak mümkün, ben niye hırslanıyorum? Bunu fark ettiğimde iki adım geri duruyorum… Senin bir sözün vardır Şuşu’cuğum dersin ki; Ot yiyerek kilo verilseydi, bunca şişman ineğin kaburgaları görünürdü! Heh heh, hatırladıkça gülümsetiyorsun beni. Kal sağlıcakla…