Lise yıllarımda arkadaşlarım arasında ailesi Romanya, Yugoslavya ve Bulgaristan göçmeni arkadaşlarım vardı, ilk kez onlar arasında tanık olmuştum Zekeriya Sofrası adetine. O dönemde Bursa ve çevresinde böyle bir davette üç dört defa bulunduğumu anımsıyorum, kısa Kuran-ı Kerim duaları okunup, iki rekat adak namazı kılınarak, mum yakılıp 41 çeşit hububat, çerez ve sebze meyvenin ateş görmemiş (pişmemiş ve mayalanmamış) yiyeceklerin yerleştirildiği koskocaman bir sofraydı Zekeriya Sofrası. (Çok benzerini yıllar sonra Hint Yarımadası'nda da görmüştüm)
Adağı olan kişi davet edildiği Zekeriya sofrasının yanında iki rekat namaz kılar, sofranın üzerindeki kutu dolusu mumdan bir tane alır ve asıl yanmakta olan mumdan yakar sonra da sofradaki bütün yiyeceklerden (tuz, biber, şeker dahil) birer tadımlık tadarak dileğini diler, adağını adar. Dileği gerçekleşse de gerçekleşmese de bir yıl sonra bu sofranın aynısını yapacağı konusunda dilekte bulunur ve yaktığı mumunu söndürüp bir yıl saklar, kendi Zekeriya sofrasında o yanmış mumu yakıp sofraya koyar, bu silsile öylece devam eder. Zekeriya Sofrası, dilek yada adağın gerçekleşmesi beklenmeden yapılırsa çok daha makbul sayılır ve itikatın güçlülüğüyle ilintilendirilir. Şimdi çok iyi anımsamıyorum, galiba bu sofranın da belirli bir zamanı vardı bahar ayları gibi, emin değilim...
Dua, mum, namaz gibi mecburi ritüellerden sonra ev sahibinin marifet ve varlığına göre hazırladığı diğer yiyeceklerle karnını doyururdu davetliler. (Her misafir adak adamak zorunda değildi) Davetli sayısı (30-40) neredeyse bir mevlüt cemiyeti kadar kalabalık olurdu. Davetin sonlarına doğru sofra duası gibi her dilekte "amin" denilen uzun bir dua okunurdu ve duanın sonunda hane sahibine Allah Halil İbrahim bereketi versin denir, Allah Hacı Sofraları nasip etsin diyerek duayı yapanca sonlandırılırdı. Zekeriya Sofralarının diğer bir özelliği de; Müşkülü olan kişilerin adak adayabilmesi için, istek belirterek davet edilmedikleri halde Zekeriya sofrasını kuran eve gidebilmesi normal karşılanıyor. Her davette bu tür davetsizlerin Hızır Aleyhüsselam olabileceği gibi de bir kadın efsanesi fısıldanırdı kadın güruhunun arasında! (Demek ki bu ritüelin Hıdırellezle de bir bağlantısı var!)
Davetliler, demlik dolusu çaylar eşliğinde ne kadar bol yiyecek yerse sofra o kadar makbul sayılırmış, öyle derdi Boşnak teyzeler. Pişmemiş yiyeceklerin yanı sıra ayrı bir sofrada pişmiş yiyecekler de vardı... Romanya göçmeni arkadaşımın sülalesinin meşhur un sarması ve tuzlu naneli ev ayranı her Zekeriya Sofrasında mutlaka bulunurdu.
(Un sarması: asma yaprağına iç olarak mısır unuyla kavrulmuş soğanlı pastırma koyup muska şekli verilmiş bir asma yaprağı sarmasıdır.)
Bu Zekeriya Sofrası daha çok göçmenler arasında yerleşmiş bir adet olup, İslami dua ve ibadetlerin eklenmesiyle evrimleşmiş gibi geliyor bana! Bilindiği üzre islamiyette mum adağı yoktur. Hristiyanlar, Museviler, seferadlarla ortak kültürlerde yaşamış Trakya halkları içinde harmanlanmış bir gelenek olduğunu düşünüyorum. Osman Koker'in bu konudaki yazdıklarına ben de katılıyorum, Zekeriya Sofrası aldı götürdü ilk sorgulamaların başladığı lise yıllarıma.
Hz. Zekeriya Allah’a yaptığı duanın sonunda Hz. Yahya dünyaya gelir. (Bir rivayete göre duası; sofra kurup, mum yakıp hayrat yaptığı şeklindedir.) Hz. Yahya İncil gelene kadar kutsal kitap Tevrat'ın hükümlerini yaymakla yükümlü bir peygamberdir, Hazreti İsa'nın annesi Hz. Meryem ile teyze tarafından akrabalıkları vardır. O dönemde akraba olan bu aileler kutsal erkek çocuklar dünyaya getirmek üzere adaklarda bulunurlarmış, (Hz. Yahya peygamber ve erkek beklenirken kız olduğu için boyun bükülen Hz. Meryem) Zekeriya sofrasının ilk başlangıcının o tarihlere ulaştığı rivayet olunabilir mi acaba!
Anekdot: 80'li yıllarda Bursa Tasavvufçuları ve Veysel Karani cemiyetinden bazı sözü dinlenir büyüklerle yaptığımız; yatır ve mezarlıklardaki ermişlere adak adamakla ilgili muhabbetlerde Zekeriya Sofrası geleneğinin de İslami bir Türk geleneği olmadığı ifade edilmişti!
Zekeriya Sofrasının sadece kadınlar arasında uygulanıyor olması bende şöyle de bir düşünceyi geliştirdi; Eski devirlerde müşkülleri olan kadınlar, kendilerini avutmak için kadın kadına zaman geçirirken, o zamana kutsal anlamlar katmak ve zaman mevhumundan iyi şeyler beklentisi içinde olmak için kendilerince böyle dualı sofralar hazırlamışlar ve ananeleştirmişlerdir. Elbette yaşadıkları coğrafyadaki etkileşimler dahilinde.
Hangi din yada ırk erkek yada kadın hiç farketmiyor, insan olarak hoşumuza giden işimize gelen şeyleri uyarlayıp benimsiyoruz.
Lise yıllarımda arkadaşlarım arasında ailesi Romanya, Yugoslavya ve Bulgaristan göçmeni arkadaşlarım vardı, ilk kez onlar arasında tanık olmuştum Zekeriya Sofrası adetine. O dönemde Bursa ve çevresinde böyle bir davette üç dört defa bulunduğumu anımsıyorum, kısa Kuran-ı Kerim duaları okunup, iki rekat adak namazı kılınarak, mum yakılıp 41 çeşit hububat, çerez ve sebze meyvenin ateş görmemiş (pişmemiş ve mayalanmamış) yiyeceklerin yerleştirildiği koskocaman bir sofraydı Zekeriya Sofrası. (Çok benzerini yıllar sonra Hint Yarımadası'nda da görmüştüm)
Adağı olan kişi davet edildiği Zekeriya sofrasının yanında iki rekat namaz kılar, sofranın üzerindeki kutu dolusu mumdan bir tane alır ve asıl yanmakta olan mumdan yakar sonra da sofradaki bütün yiyeceklerden (tuz, biber, şeker dahil) birer tadımlık tadarak dileğini diler, adağını adar. Dileği gerçekleşse de gerçekleşmese de bir yıl sonra bu sofranın aynısını yapacağı konusunda dilekte bulunur ve yaktığı mumunu söndürüp bir yıl saklar, kendi Zekeriya sofrasında o yanmış mumu yakıp sofraya koyar, bu silsile öylece devam eder. Zekeriya Sofrası, dilek yada adağın gerçekleşmesi beklenmeden yapılırsa çok daha makbul sayılır ve itikatın güçlülüğüyle ilintilendirilir. Şimdi çok iyi anımsamıyorum, galiba bu sofranın da belirli bir zamanı vardı bahar ayları gibi, emin değilim...
Dua, mum, namaz gibi mecburi ritüellerden sonra ev sahibinin marifet ve varlığına göre hazırladığı diğer yiyeceklerle karnını doyururdu davetliler. (Her misafir adak adamak zorunda değildi) Davetli sayısı (30-40) neredeyse bir mevlüt cemiyeti kadar kalabalık olurdu. Davetin sonlarına doğru sofra duası gibi her dilekte "amin" denilen uzun bir dua okunurdu ve duanın sonunda hane sahibine Allah Halil İbrahim bereketi versin denir, Allah Hacı Sofraları nasip etsin diyerek duayı yapanca sonlandırılırdı. Zekeriya Sofralarının diğer bir özelliği de; Müşkülü olan kişilerin adak adayabilmesi için, istek belirterek davet edilmedikleri halde Zekeriya sofrasını kuran eve gidebilmesi normal karşılanıyor. Her davette bu tür davetsizlerin Hızır Aleyhüsselam olabileceği gibi de bir kadın efsanesi fısıldanırdı kadın güruhunun arasında! (Demek ki bu ritüelin Hıdırellezle de bir bağlantısı var!)
Davetliler, demlik dolusu çaylar eşliğinde ne kadar bol yiyecek yerse sofra o kadar makbul sayılırmış, öyle derdi Boşnak teyzeler. Pişmemiş yiyeceklerin yanı sıra ayrı bir sofrada pişmiş yiyecekler de vardı... Romanya göçmeni arkadaşımın sülalesinin meşhur un sarması ve tuzlu naneli ev ayranı her Zekeriya Sofrasında mutlaka bulunurdu.
(Un sarması: asma yaprağına iç olarak mısır unuyla kavrulmuş soğanlı pastırma koyup muska şekli verilmiş bir asma yaprağı sarmasıdır.)
Bu Zekeriya Sofrası daha çok göçmenler arasında yerleşmiş bir adet olup, İslami dua ve ibadetlerin eklenmesiyle evrimleşmiş gibi geliyor bana! Bilindiği üzre islamiyette mum adağı yoktur. Hristiyanlar, Museviler, seferadlarla ortak kültürlerde yaşamış Trakya halkları içinde harmanlanmış bir gelenek olduğunu düşünüyorum. Osman Koker'in bu konudaki yazdıklarına ben de katılıyorum, Zekeriya Sofrası aldı götürdü ilk sorgulamaların başladığı lise yıllarıma.
Hz. Zekeriya Allah’a yaptığı duanın sonunda Hz. Yahya dünyaya gelir. (Bir rivayete göre duası; sofra kurup, mum yakıp hayrat yaptığı şeklindedir.) Hz. Yahya İncil gelene kadar kutsal kitap Tevrat'ın hükümlerini yaymakla yükümlü bir peygamberdir, Hazreti İsa'nın annesi Hz. Meryem ile teyze tarafından akrabalıkları vardır. O dönemde akraba olan bu aileler kutsal erkek çocuklar dünyaya getirmek üzere adaklarda bulunurlarmış, (Hz. Yahya peygamber ve erkek beklenirken kız olduğu için boyun bükülen Hz. Meryem) Zekeriya sofrasının ilk başlangıcının o tarihlere ulaştığı rivayet olunabilir mi acaba!
Anekdot: 80'li yıllarda Bursa Tasavvufçuları ve Veysel Karani cemiyetinden bazı sözü dinlenir büyüklerle yaptığımız; yatır ve mezarlıklardaki ermişlere adak adamakla ilgili muhabbetlerde Zekeriya Sofrası geleneğinin de İslami bir Türk geleneği olmadığı ifade edilmişti!
Zekeriya Sofrasının sadece kadınlar arasında uygulanıyor olması bende şöyle de bir düşünceyi geliştirdi; Eski devirlerde müşkülleri olan kadınlar, kendilerini avutmak için kadın kadına zaman geçirirken, o zamana kutsal anlamlar katmak ve zaman mevhumundan iyi şeyler beklentisi içinde olmak için kendilerince böyle dualı sofralar hazırlamışlar ve ananeleştirmişlerdir. Elbette yaşadıkları coğrafyadaki etkileşimler dahilinde.
Hangi din yada ırk erkek yada kadın hiç farketmiyor, insan olarak hoşumuza giden işimize gelen şeyleri uyarlayıp benimsiyoruz.