Bulutların kararıp durması yağmurun müjdecisiydi onu anladık anlamasına da hava bir ılık bir ılık ki... Denize giren, girmeye yeltenen birkaç mevsim kaçkını çay içenlerin göz hapsinde. Herkeste kışa direnç gösteren bir keyfiyet var. Kadınlar epeyce ince giysiler içindeler, erkekler ise hepten tuhaflar kiminin ayağında sandalet var ama ayakta beyaz çoraplar diz boyu! Hem de çıplak bacağa kısa pantolon ile, yoksa şort mu desem...
Yaşlıca emekliler son kelaynak kuşu gibi ağır aksak geziniyorlar etrafta. Sahil kahveleri emeklilere kaldı. Saatlerce oturuyorlar aynı sandalyede, sonra gelen bir telefonla birden kalkıp eve ekmek yoğurt filan alacaklarını hatırlıyorlar.
Bacaklarının üşüdüğüne bahse girerim. Kışa mı direniyorlar uzun süren bir ömre mi belli değil. Ellerinde erzak filesi, başları öne eğik kaldırım taşlarını sayıyor gibiler, ama ille de o sevimli kısa pantolonlarıyla!
Henüz büyük şehirdeki kışlık evlerine gitmediler. Birçoğu 29 Ekim gelmeden gitmez. Tıpkı 23 Nisan geçmeden gelmedikleri gibi...
Yağmurun kokusunu özlemişiz. En çok da zeytin ağaçları özledi. Yere düşen damlalar toprak kokusu taşıyor. Şifa dedikleri bu olsa gerek. Şu karşı kaldırımda yürüyen yaşlı adam yağmura aldırmıyor, gitme zamanını saptamaya çalışan göçmen kuşlar gibi arada bir başını gökyüzüne kaldırarak yürüyor. Muhtemelen “gitmeye daha var, kışa daha çok var” diye düşünüyor!
Biz de biliyoruz ki; Son kısa pantolonlular gitmeden kış başlamaz buralarda.
Bulutların kararıp durması yağmurun müjdecisiydi onu anladık anlamasına da hava bir ılık bir ılık ki... Denize giren, girmeye yeltenen birkaç mevsim kaçkını çay içenlerin göz hapsinde. Herkeste kışa direnç gösteren bir keyfiyet var. Kadınlar epeyce ince giysiler içindeler, erkekler ise hepten tuhaflar kiminin ayağında sandalet var ama ayakta beyaz çoraplar diz boyu! Hem de çıplak bacağa kısa pantolon ile, yoksa şort mu desem...
Yaşlıca emekliler son kelaynak kuşu gibi ağır aksak geziniyorlar etrafta. Sahil kahveleri emeklilere kaldı. Saatlerce oturuyorlar aynı sandalyede, sonra gelen bir telefonla birden kalkıp eve ekmek yoğurt filan alacaklarını hatırlıyorlar.
Bacaklarının üşüdüğüne bahse girerim. Kışa mı direniyorlar uzun süren bir ömre mi belli değil. Ellerinde erzak filesi, başları öne eğik kaldırım taşlarını sayıyor gibiler, ama ille de o sevimli kısa pantolonlarıyla!
Henüz büyük şehirdeki kışlık evlerine gitmediler. Birçoğu 29 Ekim gelmeden gitmez. Tıpkı 23 Nisan geçmeden gelmedikleri gibi...
Yağmurun kokusunu özlemişiz. En çok da zeytin ağaçları özledi. Yere düşen damlalar toprak kokusu taşıyor. Şifa dedikleri bu olsa gerek. Şu karşı kaldırımda yürüyen yaşlı adam yağmura aldırmıyor, gitme zamanını saptamaya çalışan göçmen kuşlar gibi arada bir başını gökyüzüne kaldırarak yürüyor. Muhtemelen “gitmeye daha var, kışa daha çok var” diye düşünüyor!
Biz de biliyoruz ki; Son kısa pantolonlular gitmeden kış başlamaz buralarda.