İnsan belirli bir yaş yaşayınca “Yılbaşı” gecesi denilen yıl sonu gecesinin türlü hallerini bolca deneyimlemiş oluyor. Haliyle de içinde kalan kurtların dökülmediği olmuyor pek! Hayalini kurabildiğim ne varsa yaşadım. Yaşayamadıklarımı da zaten arzulamamışımdır, o kadar yani!
Dağda bayırda, havada karada, denizde, trende, hamamda, kurnada ve de zurnada pek çok yılbaşı seremonisi yaşamışlığım vardır. Eminim sizin de…
Eski kafamla nice gereksiz pek çok işgüzarlık yapmışlığım da vaki. Türlü umutları yeni yılın sırtına yükleyip eski yılı bir çırpıda unutup vefasızlık gösterdiğim de olmuştur. Bunları niye yazıyorum; “içimde bir şey kalmadı her şeyi yaşadım” demenin çok büyük ve gereksiz bir lâkırdı olduğunu farkettiğim için!
Eğer soluk almaya devam ediyorsak yaşanacaklarımızın çeşitliliğini hayal bile edemeyiz.
Her nasıl yaşamış olursak olalım, şu zamanlı ömürde yaşanacak pek çok an eksik kalacaktır. Yok öyle her şeyi yaşadım bitti, artık hiçbir şeye özencim yok demek. Var tabi, yaşanacak hiç tadına varılmamış nice an dilimlerimiz var daha. Herkese göre, her gönüle her bünyeye göre hem de. Seninki bana uymaz benimki sana...
Mızrak boyu gülüşlerimizin ayarı ve ölçüsü olmadığına göre her kahkaha her sevinç kendi misliyle değerli, kendi penceresinde ışıklı.
Penceresiz ve ışıksız, yerin birkaç kat altında kırmızı ve sarı çizgili koridorda yürüyen insanları düşünüyorum hanidir. Yaşam yolu dedikleri çizgileri takip ediyorlar sırtlarında hastane giysileriyle.
Her birinin çizgi rengi ayrı, günü saati ayrı, tedavi sayısı ayrı, yarası beresi apayrı...
Ve onlar bekleme odalarında bekleşirlerken nelerden söz ederler biliyor musunuz? Yanlarına oturup birazcık kulak misafiri olsanız eminim koşarak sokağa fırlar, yağmur damlalarını yalayıp yutarsınız, su birikintilerine şap şap basıp üstünüzü ıslatırsınız. Yanağınızı okşayan rüzgarı kucaklar, deliler gibi soğuk havayı öpmeye kalkarsınız. Ve “amansız hastalık” sözcüğünü lûgatınızdan çıkarırsınız. Konuşurken kim bundan etkilenir diye biraz yutkunup dikkatli olur, ulu orta konuşmazsınız. Bir daha hiçbir ölenin ardından “amansız hastalıktan ölmüş” demezsiniz. O hastalığa tutulanlara ölecek gözüyle bakmazsınız. Bakmayız…
Evet, o hastalığa yakalananlar çoğalmış fakat iyileşme oranlarında da sevindirici gelişmeler epey artmış. Artık iyileşen insanların başarı öyküleriyle dolup taşıyoruz.
Tedaviyi yüreklendiren yaşam sözcükleri sarf etmek hiç de zor değil. Hiçbir şey bilmiyorsak bile yaşama dair sevinç yüklü sözcükleri seçerek konuşmak bizim elimizde. Kalplerimiz şifa verdikçe kendini de şifalandırır bunu unutuyoruz. Olumlama halinin verdiği hafiflik kadar ruha iyi gelen başka bir şey var mı...
Onlar, yerin altındaki odalarda bekleşenler en küçük bir yaşam kıpırtısı için insanların gözlerine imdat kıvılcımlarıyla bakışıyorlar. Işıkla, sevgiyle sıcacık bakıyorlar etraflarına. Hele ki doktorlarına, hele ki doktorlarına öyle bir bakıyorlar ki; hiçbir göz bu kadar derinden yaşam aşkıyla bakamaz bir başka gözün bebeğine.
Gidip yanlarına oturuyorsunuz; içlerinden biri mavi tedavi önlüğüne öyle sarınmış ki üşüyor belli. Gözlerini koridordaki kırmızı çizgiye dikmiş öylece bekliyor. Yanındaki diğer mavi önlüklülere hitaben ama aslında kendi kendine söylenircesine “işte hepimiz birer yaralı böcekleriz burada bekleşip duruyoruz, şu çizgiler bizim kurtuluş yolumuz, ben kırmızı çizgideki makineye gireceğim, sen sarı çizgidekine” diyor yavaşça.
Onlar, örselenmiş yaralı böcekler öyle çoklar ki, öyle içimizdeler ki...
Konuşulan her muhabbetten çıkarım sağlayıp ya çok seviniyorlar ya da moral olsun diye yapılan bir gaf ile derin kuyularda nefessiz kalıyorlar. O hastalar her yerde çok fazlalar, her sokakta, her apartmanda, her evdeler artık. Kendilerini belli etmemeye çalışıyorlar, birçoğu gizleniyor, toplumun ayarsızlığından gizleniyorlar.
O yollarda yürüyen, sarı, kırmızı çizgilerin de ruhu olduğuna inanan çizgi ötesi o güzel insanlara söyleyecek ne çok sözümüz var aslında! Ne çok nergis kokulu sevincimiz, yaşam kokan nice heyecan dolu haberimiz…
Dizilerde, sinema filmlerinde, öykülerimizde, muhabbetlerimizde “amansız hastalık” ve “ölüm” çağrışımını olabildiğince en aza indireceğimiz yeni bir yıl diliyorum herkese. İnsanlığın şifaya ihtiyacı var. Sadece hastaların değil tüm insanlığın!
Yaşama istencinin gücü onu isteyen yüreklere dolsun. Şifa bizimle olsun.
Bu yıl en çok onların yeni yılını kutluyorum.
Onların ve onları iyi etmeye uğraşan doktorlarımızın ve diğer tüm canlarımızın…
İnsan belirli bir yaş yaşayınca “Yılbaşı” gecesi denilen yıl sonu gecesinin türlü hallerini bolca deneyimlemiş oluyor. Haliyle de içinde kalan kurtların dökülmediği olmuyor pek! Hayalini kurabildiğim ne varsa yaşadım. Yaşayamadıklarımı da zaten arzulamamışımdır, o kadar yani!
Dağda bayırda, havada karada, denizde, trende, hamamda, kurnada ve de zurnada pek çok yılbaşı seremonisi yaşamışlığım vardır. Eminim sizin de…
Eski kafamla nice gereksiz pek çok işgüzarlık yapmışlığım da vaki. Türlü umutları yeni yılın sırtına yükleyip eski yılı bir çırpıda unutup vefasızlık gösterdiğim de olmuştur. Bunları niye yazıyorum; “içimde bir şey kalmadı her şeyi yaşadım” demenin çok büyük ve gereksiz bir lâkırdı olduğunu farkettiğim için!
Eğer soluk almaya devam ediyorsak yaşanacaklarımızın çeşitliliğini hayal bile edemeyiz.
Her nasıl yaşamış olursak olalım, şu zamanlı ömürde yaşanacak pek çok an eksik kalacaktır. Yok öyle her şeyi yaşadım bitti, artık hiçbir şeye özencim yok demek. Var tabi, yaşanacak hiç tadına varılmamış nice an dilimlerimiz var daha. Herkese göre, her gönüle her bünyeye göre hem de. Seninki bana uymaz benimki sana...
Mızrak boyu gülüşlerimizin ayarı ve ölçüsü olmadığına göre her kahkaha her sevinç kendi misliyle değerli, kendi penceresinde ışıklı.
Penceresiz ve ışıksız, yerin birkaç kat altında kırmızı ve sarı çizgili koridorda yürüyen insanları düşünüyorum hanidir. Yaşam yolu dedikleri çizgileri takip ediyorlar sırtlarında hastane giysileriyle.
Her birinin çizgi rengi ayrı, günü saati ayrı, tedavi sayısı ayrı, yarası beresi apayrı...
Ve onlar bekleme odalarında bekleşirlerken nelerden söz ederler biliyor musunuz? Yanlarına oturup birazcık kulak misafiri olsanız eminim koşarak sokağa fırlar, yağmur damlalarını yalayıp yutarsınız, su birikintilerine şap şap basıp üstünüzü ıslatırsınız. Yanağınızı okşayan rüzgarı kucaklar, deliler gibi soğuk havayı öpmeye kalkarsınız. Ve “amansız hastalık” sözcüğünü lûgatınızdan çıkarırsınız. Konuşurken kim bundan etkilenir diye biraz yutkunup dikkatli olur, ulu orta konuşmazsınız. Bir daha hiçbir ölenin ardından “amansız hastalıktan ölmüş” demezsiniz. O hastalığa tutulanlara ölecek gözüyle bakmazsınız. Bakmayız…
Evet, o hastalığa yakalananlar çoğalmış fakat iyileşme oranlarında da sevindirici gelişmeler epey artmış. Artık iyileşen insanların başarı öyküleriyle dolup taşıyoruz.
Tedaviyi yüreklendiren yaşam sözcükleri sarf etmek hiç de zor değil. Hiçbir şey bilmiyorsak bile yaşama dair sevinç yüklü sözcükleri seçerek konuşmak bizim elimizde. Kalplerimiz şifa verdikçe kendini de şifalandırır bunu unutuyoruz. Olumlama halinin verdiği hafiflik kadar ruha iyi gelen başka bir şey var mı...
Onlar, yerin altındaki odalarda bekleşenler en küçük bir yaşam kıpırtısı için insanların gözlerine imdat kıvılcımlarıyla bakışıyorlar. Işıkla, sevgiyle sıcacık bakıyorlar etraflarına. Hele ki doktorlarına, hele ki doktorlarına öyle bir bakıyorlar ki; hiçbir göz bu kadar derinden yaşam aşkıyla bakamaz bir başka gözün bebeğine.
Gidip yanlarına oturuyorsunuz; içlerinden biri mavi tedavi önlüğüne öyle sarınmış ki üşüyor belli. Gözlerini koridordaki kırmızı çizgiye dikmiş öylece bekliyor. Yanındaki diğer mavi önlüklülere hitaben ama aslında kendi kendine söylenircesine “işte hepimiz birer yaralı böcekleriz burada bekleşip duruyoruz, şu çizgiler bizim kurtuluş yolumuz, ben kırmızı çizgideki makineye gireceğim, sen sarı çizgidekine” diyor yavaşça.
Onlar, örselenmiş yaralı böcekler öyle çoklar ki, öyle içimizdeler ki...
Konuşulan her muhabbetten çıkarım sağlayıp ya çok seviniyorlar ya da moral olsun diye yapılan bir gaf ile derin kuyularda nefessiz kalıyorlar. O hastalar her yerde çok fazlalar, her sokakta, her apartmanda, her evdeler artık. Kendilerini belli etmemeye çalışıyorlar, birçoğu gizleniyor, toplumun ayarsızlığından gizleniyorlar.
O yollarda yürüyen, sarı, kırmızı çizgilerin de ruhu olduğuna inanan çizgi ötesi o güzel insanlara söyleyecek ne çok sözümüz var aslında! Ne çok nergis kokulu sevincimiz, yaşam kokan nice heyecan dolu haberimiz…
Dizilerde, sinema filmlerinde, öykülerimizde, muhabbetlerimizde “amansız hastalık” ve “ölüm” çağrışımını olabildiğince en aza indireceğimiz yeni bir yıl diliyorum herkese. İnsanlığın şifaya ihtiyacı var. Sadece hastaların değil tüm insanlığın!
Yaşama istencinin gücü onu isteyen yüreklere dolsun. Şifa bizimle olsun.
Bu yıl en çok onların yeni yılını kutluyorum.
Onların ve onları iyi etmeye uğraşan doktorlarımızın ve diğer tüm canlarımızın…