Seyyar satıcıların tezgahlarında, iş yerlerinin en resmi olanlarının bile bir köşesinde hep onlar var! Birçok alışveriş merkezinin girişinde ve satış stantlarında da gördüğüm heykelcikler sürekli dikkatimi çekiyor. Önceleri ne olduğunu anlamıyorum, onix taşından yapılmış, çoğunluğu siyah, son derece estetik görüntüde olan heykeller bunlar. Boyutları 2-3 santimden başlayan ve devasa ölçülere ulaşan aynı tip heykellerin esrarını çözmemle kahkahalarımı patlatıvermem bir oluyor! Gülme krizim Öyle bir yerde tutuyor ki, kalabalığın içinde kim vurduya gideceğimi düşünerek rahatlıyor bol bol gülüyorum.
Rishikesh'te, Ram Jhula köprüsüne çok yakın Parmarth Niketan aşramının Ganj kıyısındaki Ganj'ı kutsama - Ganga Aarti törenindeyiz. Bütün kutsal yerlerde olduğu gibi, terliklerimizi çıkarıp tapınağın halılarla kaplanmış merdivenlerine oturuyoruz. Henüz aarti töreni başlamadı, dev hoparlörlerden "Om shanti shanti" ezgileri sürekli olarak tekrarlanmakta. Selamlaşıyoruz törene katılanlarla, herkes ne yapıyorsa ben de onu yapıyorum... Gözgöze geldiğimiz insanlar, iki avuçlarını göğüs hizasında birleştirerek "Namaste" diyorlar, ben de "Namaste" diyerek selamlıyorum. Din adamları ve dilenciler "Hari Om" demeyi tercih ediyorlar! Hari Om= Zihnimi çalan Tanrı anlamına geliyor.
Hari Om; "Zihnimi çalan tanrı" felsefesinde, zihnin Tanrısallığı ve o yokluk-hiçlik-boşluk anında meydana gelen aydınlanmanın tanımı yapılmaya çalışılıyor ki; bu diğer dinlerde de teslimiyet, huşu, tefekkür, trans gibi haller ile de kendini bulmaktadır.
Hari Om selamlamaları içinde merdivenlerin bittiği Ganj kıyısındaki terasa benzeyen düzlüğe çıkıyoruz. Ganj tüm asaletiyle oldukça temiz ve serin akıyor akşamın alacasında. Günbatımı saatlerindeyiz, kare şeklindeki bir platformda ateş sürekli yanmakta. Ateşin etrafına belirli sayıda kişi oturmuş alevlere kokulu otlar ve pirinç taneleri atmaktalar. Ateşe konan odunlar, tütsü yapılan sandal ağacından düzgün boyutlarda özel olarak kesilmiş, bu arada ateşin etrafında oturanlar belirli aralıklarla değişiyorlar, birileri kalkıyor diğerleri oturuyor...
Bir rahip mikrofondan ilahiler söylemeye başladı ve Harmonium da ona eşlik ediyor. İlahinin ritmi hızlandıkça, aşramın merdivenlerindeki kalabalıktaki coşku dalga dalga yayılıyor atmosfere... Günbatımı alacalığında yanan odunların kıvılcımları göğe yayıldıkça havadaki tütsü kokusu genzimi gıcıklıyor. Bütün duyularım iş başında, bir taraftan kendimi bu atmosfere uyumlanmış hissederken, diğer taraftan da herşeyin dışında bir gözlemle algılamaya çalışıyorum bu topluluk ruhundaki elektriği...
Tören tüm coşkusu ile devam ederken, turuncu sariler içindeki genç rahiplerin taşıdığı bir kütle dikkatimi çekiyor. 80-90 cm. ebatlarda dikdörtgenimsi bir kaideyi saygıyla yüksekçe bir yere bırakıyorlar, genç rahiplerden bir kaçının ellerinde yağdanlık gibi taslar var, kaidenin üzerindeki heykelin tepesinden kaşıkla bir kaç damla yağ akıtıyorlar. Yağ akıtıldıktan hemen sonra da süt faslı başlıyor, biraz yağ biraz süt devamlı tekrarlanıyor. Meraktan yerimde duramıyorum, o acaip simsiyah heykelin anlam ve önemini merak ediyorum doğal olarak!
Merakımı gidermek için biraz daha beklemeliyim, zira; tam bu sırada yakışıklı başrahip mikrofonla dua faslına başlamış durumda. Harmonium, zilli sopalar ve org eşliğinde rahibin ve rahipler korosunun "Omm nama Şivayaaa" mantralarının salınımına bırakıyorum kendimi, bütün topluluk sanki tek bir ruh! Bedenler kutsal bir devinim içinde, herkes bir ağızdan yüksek sesle tekrarlıyor mantrayı. Sağa sola sallandıkça yerimde durabilmek güçleşiyor.
"Om nama Şivaya, om nama Şivayaaa, omm nama Şivayaaa""
Dansetmek ve bedeni uçuşa geçirmek kaçınılmaz oluyor, etrafımda ipek sariler içindeki kadınlar ve genç kızlar misler gibi kokan çiçeklere dolanmışlar. Bu sırada, başrahip önünde duran kobra başlı, tütsülü ve ateşli şamdanı yanındakine uzatıyor, artık şamdan elden ele geziyor. Çok ağır olan şamdanı eline alan kişi, belirli bir sırayla 3 defa başında dolandırıyor ve bir başkasına veriyor...
Şamdan dolaştırma faslının bitimini, başrahibin elinde kocaman bir hindistan cevizi yaprağını Ganj'a bırakma girişiminden anlıyoruz. Yaprak kurutulup kayık şekline getirilmiş, üzerinde taze çiçekler ve yağlı fitili ateşlenmiş mumlar var. Artık saatler ilerlemiş, aşramın merdivenleri meşale ve mumlarla ışıl ışıl, herkesin elinde dev kokonat yapraklarından kayıklar, suya doğru bir yöneliş... Dileği olanlar uzun uzun dilek tutuyorlar, çok şık tasarlanmış adeta sanat eseri görünümündeki yapraklarının üzerine gönüllerince objeler yerleştirmişler. Kimi bir kumaş parçası koymuş, kimi de metal para. Hepsinde mutlaka mum yanıyor. Dileğini tutan usulca salıveriyor kayığını Ganj'ın kutsal sularına. Gecenin ılık meltemiyle danseden ateş çiçekleri Ganj’ın üzerinde nazlı nazlı salınıyorlar. Görsellik muhteşem, hiç susmayan müzik ve meşalelerin alevleriyle son derece mistik bu ortam, insanın içinden gelip geçiveren çoğalma duygusunu tetikliyor, olumsuz hiçbir şey düşünemiyorsunuz. Sanki bütün dinsel törenler bu kadar keyifliymiş ve yaşam mücevherlerle bezenmiş bir armağanmış gibi geliveriyor insana.
Tutkulu bir esriklik hali bütün damarlarınıza yayılıyor ağırdan, sanki gizli bir uyuşturucu salıveriliyor atmosfere!
Dilek yaprağını Ganj'a bırakanlar yapraklarının ardından bir süre bakıyorlar. Yaprağı en uzun mesafeye hiç devrilmeden gidenlerin dilekleri hemen gerçekleşiyormuş. Ganj'ın sularına bırakılan bu adak seremonisinden sonra herkes aynı yöne doğru ilerliyor... İşte, merakımı cezbeden heykelin önündeyim! Dikkatlice izliyorum heykelin etrafındaki insanları. Sırayla gelip heykelin baş kısmına bir kaç damla yağ ve süt damlatıyorlar, selam vererek dokunup öpüyorlar ve akıttıkları yağlı sütten tadıyorlar parmaklarını ıslatarak! Heykelin çapı 30-35 santim kadar, boyu ise tam belli değil. Çünkü; boru şeklindeki tepesi yuvarlak heykel bir başka heykelin içine girmiş şekilde tasarlanmış. Yine de görünen kısım 70 santim civarında. Bu 70 santimlik yuvarlak ve uzun obje, vulva şeklinde yuvarlak geniş bir kaideye oturmuş halde duruyor ve sanki döl yolu kanalı gibi bir borudan yağlı sütü akıtıyor. Bu yağlı sütlü kanalda da sperm şeklinde kuyruğu incecik şekiller var. Heykelin en tepesinden akıtılan yağlı süt, alttaki vulva dudağına benzeyen oluktan akıyor ve insanlar ellerini uzatarak akan sıvıyı içiyorlar. Ayrıca bu heykelin her bir yanına taze çiçek yaprakları yapıştırıyorlar, etraf çiçekten geçilmiyor...
Cinselliğin, yaşamın dinamiği olduğu düşünülürse, tabulaştırılmamış bir putlaşmaya şapka çıkarasım geliyor; fakat, gülmekten de kendimi alamıyorum yine. Şiva ve karısı Parvati'nin en mahrem beden uzuvlarına (Lingam ve Yoni) cümle alem esas duruşa geçmiş vaziyette burada. Şiva'nın cinsel organını simgeleyen Lingam'a duyulan saygı ve tapınma karşısında, her ne kadar gülmekten kırıldıysam da, bu karşılaştığım yeni durum bir çok tabuyu kurcalattı belleğimde... Öyle ya, bizim yetiştiğimiz toplumlarda cinsellik dış kapının son mandalı bile değildir! Her şey yorgan altındadır ya! Müslümanın, Hıristiyanın, Musevinin saklı, gizli görünmeyen devinimidir cinsellik olgusu. Musevi dindarlarının (şeriatçıları) cinsel birleşmelerini düşününce iyice aklım uçuyor havalara... Olamaz bu kadar çelişki, adamlar hiç soyunmadan çarşaftan açılmış bir delikle iş görüyorlar İsrailoğullarının soyunu sürdürebilmek kaygısıyla!
Lingam'la böylesi bir tanışmadan sonra farkediyorum ki, bereket gerektiren her köşe bucakta küçücük de olsa bir Lingam heykeli var. Her dükkanda, her tezgahta, evlerin en baş köşelerinde... Esnaf her sabah Lingam'a saygı sunup çiçekler armağan ediyor tütsü eşliğinde.
Yaşamın varoluş gerçeğini yadsımak şöyle dursun, varoluşun ana unsurlarını baş tacı eden bir kültürle böylesi bir şölen içinde hemhal olmak, kahkaha tufanımı dizginlememe yol açtı. Batı, boşuna "doğu doğu" diye mitleştirmiyor bu eski uygarlıklar dünyasını! Kendini yeniden keşfeden bir insanlık fenomeni ile karşılaşan batılı, bu özgürlükler ülkesinin yaptırımsız doğallığı karşısında Hindistan’ın ne pisliğini görüyor ne de geri kalmışlığını. İnsanları Hindistan'a mıknatıs gibi çeken dürtüyü yavaş yavaş anlamaya başlıyorum galiba! Sen nelere kadirsin Lingam!
Hatıratınızı gayet güzel anlatmışsınız fakat tabular hakkında söylediklerinize katılmıyorum. İslam dini aile kurumunu önemser. Cinselliği hristiyan ruhbanlar gibi perhiz ve riyazet konusu haline getirmez. İnsanın cinsel dürtülerinin esiri olmaması ve cinsel gücünün kötülüğe sebep olmaması adına sınırlar getirilmiştir. Bir durumun cinsel tabu olmasının sınırı nedir? Boş ve sloganik kelimeler kullanmayalım. Mesela bir adamın kızıyla ensest ilişki yaşamasını yadırgamak tabu mudur? Ve ya cinsel eylemini çocuklarının gözü önünde gerçekleştiren bir anne babayı eleştirdiğimizde cinselliği tabu haline getirdiğimizi mi iddia ediyorsunuz? İnsanın cinselliği hayvanlar gibi sevişmek olmalıysa ulu orta herkes sevişsin, anasıyla babasıyla kız kardeşile ilişki yaşasın, nasıl olsa cinsellikte kurallar tabular olmamalı değil mi? Özendiğini hint kültürünün iğrenç baharatlı yemekleri aklınızı bulandırmasın. Kelin ilacı olsa önce kendi başına sürerdi. Hindistan dünyanın adeta göt deliğidir. Turist olarak gittiğiniz ülkede tecavüz edilmeyip öldürülediğiniz için şükredin. CAfcaflı gösterişli, ışıldaklı ve renkli ritüelleriyle göz boyayan sahtekarlara kanıp da pagan sapkınlıklara yönelmeyin derim.
Seyyar satıcıların tezgahlarında, iş yerlerinin en resmi olanlarının bile bir köşesinde hep onlar var! Birçok alışveriş merkezinin girişinde ve satış stantlarında da gördüğüm heykelcikler sürekli dikkatimi çekiyor. Önceleri ne olduğunu anlamıyorum, onix taşından yapılmış, çoğunluğu siyah, son derece estetik görüntüde olan heykeller bunlar. Boyutları 2-3 santimden başlayan ve devasa ölçülere ulaşan aynı tip heykellerin esrarını çözmemle kahkahalarımı patlatıvermem bir oluyor! Gülme krizim Öyle bir yerde tutuyor ki, kalabalığın içinde kim vurduya gideceğimi düşünerek rahatlıyor bol bol gülüyorum.
Rishikesh'te, Ram Jhula köprüsüne çok yakın Parmarth Niketan aşramının Ganj kıyısındaki Ganj'ı kutsama - Ganga Aarti törenindeyiz. Bütün kutsal yerlerde olduğu gibi, terliklerimizi çıkarıp tapınağın halılarla kaplanmış merdivenlerine oturuyoruz. Henüz aarti töreni başlamadı, dev hoparlörlerden "Om shanti shanti" ezgileri sürekli olarak tekrarlanmakta. Selamlaşıyoruz törene katılanlarla, herkes ne yapıyorsa ben de onu yapıyorum... Gözgöze geldiğimiz insanlar, iki avuçlarını göğüs hizasında birleştirerek "Namaste" diyorlar, ben de "Namaste" diyerek selamlıyorum. Din adamları ve dilenciler "Hari Om" demeyi tercih ediyorlar! Hari Om= Zihnimi çalan Tanrı anlamına geliyor.
Hari Om; "Zihnimi çalan tanrı" felsefesinde, zihnin Tanrısallığı ve o yokluk-hiçlik-boşluk anında meydana gelen aydınlanmanın tanımı yapılmaya çalışılıyor ki; bu diğer dinlerde de teslimiyet, huşu, tefekkür, trans gibi haller ile de kendini bulmaktadır.
Hari Om selamlamaları içinde merdivenlerin bittiği Ganj kıyısındaki terasa benzeyen düzlüğe çıkıyoruz. Ganj tüm asaletiyle oldukça temiz ve serin akıyor akşamın alacasında. Günbatımı saatlerindeyiz, kare şeklindeki bir platformda ateş sürekli yanmakta. Ateşin etrafına belirli sayıda kişi oturmuş alevlere kokulu otlar ve pirinç taneleri atmaktalar. Ateşe konan odunlar, tütsü yapılan sandal ağacından düzgün boyutlarda özel olarak kesilmiş, bu arada ateşin etrafında oturanlar belirli aralıklarla değişiyorlar, birileri kalkıyor diğerleri oturuyor...
Bir rahip mikrofondan ilahiler söylemeye başladı ve Harmonium da ona eşlik ediyor. İlahinin ritmi hızlandıkça, aşramın merdivenlerindeki kalabalıktaki coşku dalga dalga yayılıyor atmosfere... Günbatımı alacalığında yanan odunların kıvılcımları göğe yayıldıkça havadaki tütsü kokusu genzimi gıcıklıyor. Bütün duyularım iş başında, bir taraftan kendimi bu atmosfere uyumlanmış hissederken, diğer taraftan da herşeyin dışında bir gözlemle algılamaya çalışıyorum bu topluluk ruhundaki elektriği...
Tören tüm coşkusu ile devam ederken, turuncu sariler içindeki genç rahiplerin taşıdığı bir kütle dikkatimi çekiyor. 80-90 cm. ebatlarda dikdörtgenimsi bir kaideyi saygıyla yüksekçe bir yere bırakıyorlar, genç rahiplerden bir kaçının ellerinde yağdanlık gibi taslar var, kaidenin üzerindeki heykelin tepesinden kaşıkla bir kaç damla yağ akıtıyorlar. Yağ akıtıldıktan hemen sonra da süt faslı başlıyor, biraz yağ biraz süt devamlı tekrarlanıyor. Meraktan yerimde duramıyorum, o acaip simsiyah heykelin anlam ve önemini merak ediyorum doğal olarak!
Merakımı gidermek için biraz daha beklemeliyim, zira; tam bu sırada yakışıklı başrahip mikrofonla dua faslına başlamış durumda. Harmonium, zilli sopalar ve org eşliğinde rahibin ve rahipler korosunun "Omm nama Şivayaaa" mantralarının salınımına bırakıyorum kendimi, bütün topluluk sanki tek bir ruh! Bedenler kutsal bir devinim içinde, herkes bir ağızdan yüksek sesle tekrarlıyor mantrayı. Sağa sola sallandıkça yerimde durabilmek güçleşiyor.
"Om nama Şivaya, om nama Şivayaaa, omm nama Şivayaaa""
Dansetmek ve bedeni uçuşa geçirmek kaçınılmaz oluyor, etrafımda ipek sariler içindeki kadınlar ve genç kızlar misler gibi kokan çiçeklere dolanmışlar. Bu sırada, başrahip önünde duran kobra başlı, tütsülü ve ateşli şamdanı yanındakine uzatıyor, artık şamdan elden ele geziyor. Çok ağır olan şamdanı eline alan kişi, belirli bir sırayla 3 defa başında dolandırıyor ve bir başkasına veriyor...
Şamdan dolaştırma faslının bitimini, başrahibin elinde kocaman bir hindistan cevizi yaprağını Ganj'a bırakma girişiminden anlıyoruz. Yaprak kurutulup kayık şekline getirilmiş, üzerinde taze çiçekler ve yağlı fitili ateşlenmiş mumlar var. Artık saatler ilerlemiş, aşramın merdivenleri meşale ve mumlarla ışıl ışıl, herkesin elinde dev kokonat yapraklarından kayıklar, suya doğru bir yöneliş... Dileği olanlar uzun uzun dilek tutuyorlar, çok şık tasarlanmış adeta sanat eseri görünümündeki yapraklarının üzerine gönüllerince objeler yerleştirmişler. Kimi bir kumaş parçası koymuş, kimi de metal para. Hepsinde mutlaka mum yanıyor. Dileğini tutan usulca salıveriyor kayığını Ganj'ın kutsal sularına. Gecenin ılık meltemiyle danseden ateş çiçekleri Ganj’ın üzerinde nazlı nazlı salınıyorlar. Görsellik muhteşem, hiç susmayan müzik ve meşalelerin alevleriyle son derece mistik bu ortam, insanın içinden gelip geçiveren çoğalma duygusunu tetikliyor, olumsuz hiçbir şey düşünemiyorsunuz. Sanki bütün dinsel törenler bu kadar keyifliymiş ve yaşam mücevherlerle bezenmiş bir armağanmış gibi geliveriyor insana.
Tutkulu bir esriklik hali bütün damarlarınıza yayılıyor ağırdan, sanki gizli bir uyuşturucu salıveriliyor atmosfere!
Dilek yaprağını Ganj'a bırakanlar yapraklarının ardından bir süre bakıyorlar. Yaprağı en uzun mesafeye hiç devrilmeden gidenlerin dilekleri hemen gerçekleşiyormuş. Ganj'ın sularına bırakılan bu adak seremonisinden sonra herkes aynı yöne doğru ilerliyor... İşte, merakımı cezbeden heykelin önündeyim! Dikkatlice izliyorum heykelin etrafındaki insanları. Sırayla gelip heykelin baş kısmına bir kaç damla yağ ve süt damlatıyorlar, selam vererek dokunup öpüyorlar ve akıttıkları yağlı sütten tadıyorlar parmaklarını ıslatarak! Heykelin çapı 30-35 santim kadar, boyu ise tam belli değil. Çünkü; boru şeklindeki tepesi yuvarlak heykel bir başka heykelin içine girmiş şekilde tasarlanmış. Yine de görünen kısım 70 santim civarında. Bu 70 santimlik yuvarlak ve uzun obje, vulva şeklinde yuvarlak geniş bir kaideye oturmuş halde duruyor ve sanki döl yolu kanalı gibi bir borudan yağlı sütü akıtıyor. Bu yağlı sütlü kanalda da sperm şeklinde kuyruğu incecik şekiller var. Heykelin en tepesinden akıtılan yağlı süt, alttaki vulva dudağına benzeyen oluktan akıyor ve insanlar ellerini uzatarak akan sıvıyı içiyorlar. Ayrıca bu heykelin her bir yanına taze çiçek yaprakları yapıştırıyorlar, etraf çiçekten geçilmiyor...
Cinselliğin, yaşamın dinamiği olduğu düşünülürse, tabulaştırılmamış bir putlaşmaya şapka çıkarasım geliyor; fakat, gülmekten de kendimi alamıyorum yine. Şiva ve karısı Parvati'nin en mahrem beden uzuvlarına (Lingam ve Yoni) cümle alem esas duruşa geçmiş vaziyette burada. Şiva'nın cinsel organını simgeleyen Lingam'a duyulan saygı ve tapınma karşısında, her ne kadar gülmekten kırıldıysam da, bu karşılaştığım yeni durum bir çok tabuyu kurcalattı belleğimde... Öyle ya, bizim yetiştiğimiz toplumlarda cinsellik dış kapının son mandalı bile değildir! Her şey yorgan altındadır ya! Müslümanın, Hıristiyanın, Musevinin saklı, gizli görünmeyen devinimidir cinsellik olgusu. Musevi dindarlarının (şeriatçıları) cinsel birleşmelerini düşününce iyice aklım uçuyor havalara... Olamaz bu kadar çelişki, adamlar hiç soyunmadan çarşaftan açılmış bir delikle iş görüyorlar İsrailoğullarının soyunu sürdürebilmek kaygısıyla!
Lingam'la böylesi bir tanışmadan sonra farkediyorum ki, bereket gerektiren her köşe bucakta küçücük de olsa bir Lingam heykeli var. Her dükkanda, her tezgahta, evlerin en baş köşelerinde... Esnaf her sabah Lingam'a saygı sunup çiçekler armağan ediyor tütsü eşliğinde.
Yaşamın varoluş gerçeğini yadsımak şöyle dursun, varoluşun ana unsurlarını baş tacı eden bir kültürle böylesi bir şölen içinde hemhal olmak, kahkaha tufanımı dizginlememe yol açtı. Batı, boşuna "doğu doğu" diye mitleştirmiyor bu eski uygarlıklar dünyasını! Kendini yeniden keşfeden bir insanlık fenomeni ile karşılaşan batılı, bu özgürlükler ülkesinin yaptırımsız doğallığı karşısında Hindistan’ın ne pisliğini görüyor ne de geri kalmışlığını. İnsanları Hindistan'a mıknatıs gibi çeken dürtüyü yavaş yavaş anlamaya başlıyorum galiba! Sen nelere kadirsin Lingam!
Hatıratınızı gayet güzel anlatmışsınız fakat tabular hakkında söylediklerinize katılmıyorum. İslam dini aile kurumunu önemser. Cinselliği hristiyan ruhbanlar gibi perhiz ve riyazet konusu haline getirmez. İnsanın cinsel dürtülerinin esiri olmaması ve cinsel gücünün kötülüğe sebep olmaması adına sınırlar getirilmiştir. Bir durumun cinsel tabu olmasının sınırı nedir? Boş ve sloganik kelimeler kullanmayalım. Mesela bir adamın kızıyla ensest ilişki yaşamasını yadırgamak tabu mudur? Ve ya cinsel eylemini çocuklarının gözü önünde gerçekleştiren bir anne babayı eleştirdiğimizde cinselliği tabu haline getirdiğimizi mi iddia ediyorsunuz? İnsanın cinselliği hayvanlar gibi sevişmek olmalıysa ulu orta herkes sevişsin, anasıyla babasıyla kız kardeşile ilişki yaşasın, nasıl olsa cinsellikte kurallar tabular olmamalı değil mi? Özendiğini hint kültürünün iğrenç baharatlı yemekleri aklınızı bulandırmasın. Kelin ilacı olsa önce kendi başına sürerdi. Hindistan dünyanın adeta göt deliğidir. Turist olarak gittiğiniz ülkede tecavüz edilmeyip öldürülediğiniz için şükredin. CAfcaflı gösterişli, ışıldaklı ve renkli ritüelleriyle göz boyayan sahtekarlara kanıp da pagan sapkınlıklara yönelmeyin derim.